Peygamberimiz'in (sav) döneminden kutsal alıntılar.
Dikkat, bu websitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanmaktayız. Eğer çerezler hakkında bilgi sahibi değil iseniz daha fazla bilgi için buraya tıklayın.
Bir kadın, Resulullah (sav)'a gelerek bir hususta kendisiyle konuştu. Resulullah (sav), (kendisine) tekrar gelmesini emretti. Bunun üzerine kadın: "Ya seni bulamazsam!" dedi. Kadın ( bu sözüyle) sanki ölümü kasdetmişti, Resulullah (sav): "Eğer beni bulamazsan, Ebu Bekir'e uğra!" diye cevap verdi."
Hz. Aişe (ra) bir gün hastalanmış: "Vay başım, (ölüyorum)!" demişti. Hz. Peygamber (sav) (şaka olsun diye): "Keşke bu ben sağken olsa, sana istiğfar eder, dua ediveririm!" dedi. Bunun üzerine Hz. Aişe (ra) birden parladı: "Vay başıma gelen. Vallahi görüyorum ki ölmemi istiyorsun. Ben öleceğim, sen de akşama zevcelerinden biriyle başbaşa kalacakın ha!" dedi. Resulullah (sav) (sözü değiştirerek) dedi ki: "Bilakis ben ölüyorum, vay başım! Ebu Bekir'e ve oğluna birini gönderip (benden sonra hilafet hususunda "ben daha layığım" iddia veya temennisinde bulunacaklara karşı) yerime geçeceği tesbit etmek istemiştim. Sonradan (kendi kendime: "Böyle bir iddiayı Ebu Bekir dışında kim yaparsa) Allah kabul etmez, mü'minler de reddederler" dedim (ve vasiyet yapmaktan vazgeçtim)."
Onbir kadın oturup, kocalarının ahvalini haber vermede ve hiçbir şeyi gizlemeyecekleri hususunda birbirlerine kesin söz verip anlaştılar: Birincisi (zemmederek): "Benim kocam (yalçın) bir dağın başındaki zayıf bir devenin eti gibidir. Kolay değil ki çıkılsın, semiz değil ki götürülsün" dedi. (Yani kocasının sert mizaçlı, huysuz, gururlu oluşuna, ailenin kendisinden istifade etmediğine işaret etti.) İkincisi (de zemmederek): "Ben kocamın haberini faş etmek istemem, çünkü korkarım. Eğer zikretmeye başlarsam büyük-küçük herşeyini söyleyip bırakmamam gerekir, (bu ise kolay değil)" dedi. (Bu sözüyle kocasımn çok kötü olduğuna işaret etti). Üçüncüsü (zemmederek): "Benim kocam uzun boyludur, konuşursam boşanırım, konuşmazsam muallakta bırakılırım" dedi. (Bu da kocasının akılca kıt olduğunu belirtmek istedi). Dördüncüsü (överek) "Kocam Tihame gecesi gibidir. Ne sıcaktır, ne soğuktur. Ne korkulur, ne usanılır" dedi. Beşincisi: "Kocam içeri girince pars, dışarı çıkınca arslan gibidir. Bana bıraktığı (ev işlerinden hesap) sormaz" dedi. Altıncısı: Kocam yedi mi (üst üste katlayıp) çok yer, içti mi sömürür, yattı mı sarınır. Benim kederimi anlamak için (elbiseme) elini sokmaz." (Bu da kocasımn kendisiyle ilgilenmediğim, yiyip içmekten başka birşey düşünmediğini söylemek ister.) Yedincisi: "Kocam tohumsuzdur (erlik yapmaktan acizdir). Her dert onundur (vücudunda çeşitli hastalıklar var). Başımı yarar, vücudumu yaralar, (bunları yapmak için) herşeyi toplar, (her eline geçeni kullanır, vurur)" dedi. Sekizincisi: "Onun (vücuduna) dokunmak tavşana dokunmak gibi (yumuşak)tır. Güzel kokulu bitki gibi hoş kokar"dedi. Dokuzuncusu: "Kocamın direği yüksektir (evi rahattır), kılıcının kını uzundur (boylu posludur), ocağının külü çoktur, evi meclise yakın (misafirperver) bir adamdır" dedi. Onuncusu: "Kocam maliktir, hem de ne malik! Artık akıl ve hayalinizden geçen her hayra maliktir. Onun çok devesi vardır. Develerin çökecek yerleri çok, yaylakları azdır. Çalgı sesini duydular mı helak olacaklarını anlarlar. (Yani develer yayılmaya salınmaz, kesilmek üzere bekletilir, çalgı ve eğlence sesi duyunca kesileceklerini anlarlar demektir.) Onbirincisi: "Kocam Ebu Zer'dir. Amma ne Ebu Zer'dir! Anlatayım: Kulaklarımı zinetlerle doldurdu, bazularımı yağla tombullaştırdı. Beni hoşnut kıldı, kendimi bahtiyar ve yüce bildim. O beni Şıkk denen bir dağ kenarında bir miktar davarla geçinen bir ailenin kızı olarak buldu. Beni atları kişneyen, develeri böğüren, ekinleri sürülüp daneleri harmanlanan müreffeh ve mesud bir cemiyete getirdi. Ben onun yanında söz sahibiyim, hiç azarlanmam. (Akşam) yatar sabaha kadar uyurum. Doya doya süt içerim. Ebu Zer'in annesi de var: Ümmü Ebu Zer. Ama o ne annedir! Onun zahire anbarları büyük, hararları iri, evi geniştir. Ebu Zer'in oğlu da var. Ama ne nezaketli gençtir o. Onun yattığı yer, kılıcı çekilmiş kın gibidir. Onu dört aylık bir kuzunun tek budu doyurur (az yer). Ebu Zer'in bir de kızı var. Ama o ne terbiyelidir. Babasına itaatkardır. Anasına da itaatkardır. Vücudu elbisesini doldurur. Endamıyla (kuma ve akranlarını) çatlatır. Ebu Zer'in bir de cariyesi var. O ne sadakatli, ne iyi cariyedir. Aile sırrımızı kimseye söylemez, evimizin azığını asla ifsad ve israf etmez, evimizde çer çöp bırakmaz, temiz tutar. Namusludur, eve kir getirmez. Bir gün Ebu Zer evden çıktı. Her tarafta süt tulumları yağ çıkarılmak için çalkalanmakta idi. Yolda bir kadına rastladı. Kadının, beraberinde, pars gibi çevik iki çocuğu vardı, koltuğunun altından kadının memeleriyle oynuyorlardı. (Kocam bu kadını sevmiş olacak ki) beni bıraktı, onunla evlendi. Ondan sonra ben de şeref sahibi bir adamla evlendim. O da güzel ata binerdi. Hatti mızrağını alır ve akşam üzeri deve ve sığır nev'inden birçok hayvan sürer, bana getirirdi. Getirdiği her çeşit hayvandan bana bir çift verirdi. (Bu kocam da bana): "Ey Ümmü Zer! Ye, iç ve akrabalarına ihsanda bulun!" derdi. Ümmü Zer der ki: "Buna rağmen, ben bu ikinci kocamın bana verdiklerinin hepsini bir araya toplasam, Ebu Zer'in en küçük kabını dolduramaz." Bu hadisi rivayet eden Hz. Aişe der ki: "Resulullah (sav) (gönlümü almak için): "Ey Aişe," buyurdular, "ben sana Ebu Zer'in Ümmü Zer'e nisbeti gibiyim, (şu farkla ki Ebu Zer Ümmü Zer'i boşamıştır, ben seni boşamadım. Biz beraber yaşayacağız.)"
Resulullah (sav), bana: "Ben senin bana kızdığın ve benden razı olduğun zamanları biliyorum" buyurdular. Ben: "Bunu nereden anlıyorsunuz?" diye sordum: "Benden razı oldun mu bana: "Hayır Muhammed'in Rabbine yemin olsun!" diyorsun. Bana öfkeli olunca: "Hayır! İbrahim'in Rabbine yemin olsun!" diyorsun" dedi. Ben: "Doğru, ey Allah'ın Resulü, ben sadece senin adını terkederim?" dedim.
Resulullah (sav) beni, bir ihtiyacı için göndermişti. Bu yüzden anneme dönmekte geciktim. Eve gelince annem: "Niçin geciktin?" diye hesaba çekti. "Resulullah", dedim, "beni bir iş için göndermişti." "Ne işiydi o?" diye annem sordu. "O sırdır söyleyemem!" deyince, annem: "Resulullah (sav)'ın sırrını sakın kimseye açmayasın!" dedi. (Metin Müslim'e aittir.)
Hz. Enes (ra)'e "Sana Resulullah (sav)'ın: "İslam'da dayanışma akdi (hılf) yoktur!" dediği ulaştı mı?" diye sordum. Şu cevabı verdi. "Kureyş'le Ensar arasında, benim evimde dayanışma antlaşması yaptı." (Ebu Davud'un rivayetinde: "Resulullah, bizim evde Ensarla Muhacir arasında iki veya üç kere dayanıma akdi yaptı" şeklindedir.)
İbnu'z-Zübeyr'in, kendisine şunları söylediğini anlatmıştır: "Hatırlar mısın, hani biz Resulullah (sav)'ı karşılamıştık: Ben, sen ve İbnu Abbas!" Abdullah: "Evet hatırlıyorum", demiş ve ilave etmiştir: "Bizi bineğine almış, seni terketmişti."
Sa'd İbnu Ebi Vakkas (ra)'ı işittim, demişti ki: "Uhud gününde Resulullah (sav) sadakının içerisindeki okları bana bir bir verip: "At!" diyordu, "at annem babam sana feda olsun!" Müşriklerden biri müslümanları(n canlarını) yakmıştı, ona kanatsız bir ok attım. Yan tarafından isabet ettirdim. Herif yere yıkıldı ve avret yerleri de açıldı. Resulullah (sav) güldüler, o kadar ki yan dişlerini gördüm."
Babam Uhud günü şehid oldu. Yüzünü açıp ağlamaya başladım. Bana mani oldular. Ancak Resulullah (sav) mani olmuyordu. Fatıma Bintu Amr İbni Haram (ra) ona ağlamaya başladı. Bunun üzerine Aleyhissalatu vesselam: "Ona ağlasan da ağlamasanda melekler onu, siz (cenazesini) kaldırıncaya kadar, kanatlarıyla gölgelemektedirler" buyurdular.
Resulullah (sav) Huneyn Gazvesi'nden fariğ olunca, Ebu Amir (ra)'i bir askeri birliğin başında Evtas'a gönderdi. Ebu Amir, orada Dureyd İbnu's-Sımme ile karşılaştı. Dureyd öldürüldü, Allah da adamlarını hezimete uğrattı. (O sırada) ben Ebu Amir ile beraberdim. Dizine bir ok atıldı. Yanına gelip: "Bu oku sana kim attı?" diye sordum. Bana bir şahsı işaret ederek (ok atanı) gösterdi. Ona yönelip yanına vardım. Beni görünce kaçtı. Ben de peşine düştüm. "Utanmıyor musun, durmuyor musun" diye peşinden bağırmaya başladım. Birden durdu. Karşılıklı olarak bir-iki kılıç salladık. Derken ben onu öldürdüm. Sonra gelip Ebu Amir'e: "Allah seninkinin canını aldı!" dedim. "Hele şu oku bir çek!" dedi. Ben oku çektim. (Okun yerinden) su çıktı. "Ey kardeşimin oğlu," dedi, "Resulullah (sav)'a benden selam söyle, benim için Allah'tan mağfiret deyiversin." Ebu Amir, birliğin komutanlığını bana devretti. Bir müddet durup sonra vefat etti. Dönünce, durumdan Resulullah (sav)'a bilgi verdim. Bir miktar su getirtti, abdest alıp ellerini kaldırdı. Koltuk altlarının beyazlığını gördüm. Sonra şöyle dua etti: "Allahım, Ubeyd Ebu Amir'e mağfiret buyur, Allahım, Kıyamet günü onu, onun derecesini kullarının -veya insanların- birçoğunun derecesinden üstün tut." "(Ey Allah'ın Resulü) benim için de istiğfar ediver!" dedim. "Allahım, Abdullah İbnu Kays'ın günahını mağfiret et! Onu, kıyamet günü iyi bir yere koy!" dedi. Ebu Bürde der ki: "O iki duadan biri Ebu Amir içindi, diğeri de Ebu Musa içindir."
Allah(c.c.) sizlerden ve cümle İslam aleminde ki bütün kardeşlerimizden razı olsun.